Sunday, November 2, 2014

DİLE KARŞI SAVAŞLAR - KATALANCA*





Ülkeleri dışında Katalanların konuşmalarına şahit olunduğunda sıklıkla İtalyan zannedilmeleri, nerelisiniz sorusuna “Barselona” cevabı alındığında da bir tür İspanyolca konuştukları kanaatine varılması çok sıradan. Bu durumda Katalanların, konuştukları dilin İspanyolcanın bir lehçesi olmadığını, tıpkı Fransızca veya İspanyolca gibi ayrı bir dil olduğunu izah etmeye çalışması da olağan.
Tarihçi Josep Benet de aynı şeyi Franco’nun diktatörlüğü sırasında yapmış.
2002 yılında Serra d’Or dergisinde yayımlanan bir makalesinde anlattığına göre, Franco karşıtı yer altı hareketinin bir üyesi olarak sorumluluklarından biri de diktatörlük altındaki Katalanların durumuyla ilgilenen yabancı gazetecileri ağırlamak.
Benet bu görevi nedeniyle ileride Uluslararası Af Örgütü’nün kurucusu olacak Peter Benenson gibi kişilerle görüşüyor. Onlara, İç Savaşın sonunda 1939 yılında Franco rejimi tarafından Katalonya’ya karşı başlatılan kültürel soykırımı anlatmaya çalışıyor.
Ancak hiç de kolay olmuyor bu, çünkü bu kişilerin Franco’nun zaferi öncesinde otonom bir Katalonya’nın varlığından haberleri yok. Birçokları Katalancanın, İspanyolcanın kendine özgü edebiyatı olmayan bir lehçesi olduğunu düşünüyor.
Benet her birine savaş öncesine ait gazeteleri ve dergileri, William Shakespeare’in tüm eserleri gibi Katalancaya tercüme edilmiş klasikleri göstermek durumunda kalmış.

XIV. LOUIS - KATALANCAYI RESMEN YASAKLAYAN İLK KİŞİ
Aslında Franco’nun diktatörlüğü sırasında Katalan dilinin engellenmesi istisnai bir olay değil, süregelen davanın bir sonucu. Bunu başlatanlar ise tahmin edilenin aksine, İspanyol Devleti değil, Fransızlar. 17. Yüzyılın ortalarında, IV. Philip’e karşı savaştan sonra Portekiz yeniden bağımsızlığına kavuşurken, Katalonya ikiye bölünüyor. Conflent, Vallespir, Rosello ve Cerdanya’nın bir bölümü (günümüzde Languedoc-Roussillon) XIV. Louis’nin eline düşüyor. Kendini “Güneş Kral” olarak kabul ettiren Louis’nin 1700 yılında imzaladığı Katalancayı yasaklayan fermana göre “Katalancanın kullanılması iğrenç ve Fransız ulusunun şerefine aykırı” kabul ediliyor.

POLİTİKA VE DİL MODELİ EMPOZE EDİLİYOR
Katalancaya resmen yasak getirilmesi Pirenelerin güney kanadında İspanyol Veraset Savaşı’ndan sonra başlıyor.
V. Philip 1707 yılında, İspanya’daki tüm Krallıklarında tüm resmi uygulamaların aynı içtihat altında toplanmasına ve tümünde Castile kanunlarının geçerli olmasına karar verdiğini açıklayarak fetih hakkını kullanma niyetini ortaya koyuyor.
Rönesans’tan sonra mutlak monarşiler fethettikleri bölgelerde muzafferlerin dilini empoze etmeleriyle biliniyor. İngiltere bunu Galler’de (1535), I. Francis Fransa’da (1539), İspanyol kralı IV. Philip Amerika’da (1636) uyguluyor.
Katalonya 1714’te yenildiğinde ve tüm kurumları lağvedildiğinde İspanyol monarşisi de kendi politik ve dilbilimsel modelini empoze etme hakkını kendinde görüyor.
Gelgelelim, teori ile pratik aynı şey değil; Bourbon kralının yetkilileri beklenmedik bir engelle karşılaşıyor: Halkın çoğunluğu İspanyolca bilmiyor ve günlük hayatlarında hiç kullanmıyor. V. Philip’in Katalonya’daki sağ kolu Jose Patino kafasının nasıl karıştığını Madrid’deki üstlerine şöyle bildiriyor: “Vatanlarına tutkuyla bağlılar (…) ve sadece anadillerini kullanıyorlar.”
Patino’nun ortaya çıkardığı bu tek dillilik gerçeği, İspanya’da Katalan dilini resmen yasaklayan ilk belge olan 1716 tarihli “Nueva Planta” kararnamesinin temelini oluşturuyor. Ancak, Patino'nun sözlerinin günümüzde başka bir önemi de var: İspanyol tarihçilerin ısrarcı ve yanlış iddialarının aksine Katalanların Orta Çağlardan bu yana çift dilli olmadığını kanıtlıyor.
Bazı İspanyol tarihçilerin Katalan dilinin asla yasaklanmadığı ve İspanyol dilinin asla empoze edilmediği şeklindeki vazgeçmedikleri iddiaları 2002 yılında Bourbon Kralı Juan Carlos’un da bir konuşmasında dile getiriliyor.

OKUL - İLK SAVAŞ ALANI
Yıllar geçip Bourbonlar politik rollerine yerleştikçe İspanyolcanın dayatılması daha da şiddetleniyor. V. Philip’in oğlu III. Charles ilk olarak okullarda Katalanca eğitimi verilmesini yasaklayan kraliyet fermanını yayınlıyor. Majorca’da bunun uygulamasındaki yöntemlerden birinde öğretmenlere bir yüzük verilmesi. Öğretmenler bu yüzüğü Pazartesi günü bir öğrenciye veriyor, diğer öğrencilere de okulda İspanyolca dışında tek bir kelime konuşulmaması uyarısı yapılıyor. Bir çocuk Katalanca konuşursa, yüzük ona takılıyor ve haftanın bitiminde yüzüğü taşıyan çocuk cezalandırılıyor.
III. Charles’ın yasakları okulla da sınırlı kalmıyor ve kitap yayınlamaktan, doğum, ölüm ve evlilik kayıtlarına kadar uzanıyor. Nihai amaç Katalan halkının ortadan kaldırılması ve aynı zamanda yeni İspanyol ulusunun kurulması. Günümüzde halen geçerli olan İspanya milli marşı 1770’te kabul ediliyor; 1785 yılında ise İspanyol bayrağı resmiyet kazanıyor.

KATALANCA ÖLMEK YASAK
Katalonya böylece 19. yüzyıla kamu idaresinde, eğitim sisteminde, kilise ve mahkemelerde, muhasebe kayıtlarında, kitaplarda ve şarkılarda dili yasaklanmış olarak giriyor. İspanyolcanın ulusal dil olarak kabul edilmesi ve  Katalan dilinin bölgesel bir dil veya lehçe olarak kabul edilmesi de bu zamana rastlıyor. İspanyolca ise prestij, bilim ve kültür dili olarak kabul ediliyor, yüksek eğitimi kolaylaştırdığı argümanıyla halka dayatılıyor. 19. yüzyıldaki tüm hükümetler ister muhafazakar olsun ister ilerici, hangi politik kanattan olurlarsa olsunlar yeni dayatmalar getiriyor. Artık mezar taşlarında  (1838), şirket adları ve sokak adlarında (1860) İspanyolca şartı getiriliyor, noter mukavelelerinde (1862), tiyatro oyunlarında (1867) ve hatta telefonda (1896) Katalanca yasaklanıyor.

MODERNİZMİ MÜMKÜN KILAN BAĞLAM
Dilbilimsel durumun aksine, özellikle de Kristof Kolomb zamanından beri yürürlükte olan İspanyol vetosunun kaldırıldığı 1778 yılında Amerika ile Katalonya arasında serbest ticarete izin verildiğinde Katalan ekonomisi muazzam canlanıyor. Ticaretin getirdiği zenginlik ve hızlı endüstrileşme Katalonya’yı tekstil merkezi haline getiriyor. Ressamları ve mimarları destekleyen sağlam bir burjuva sınıfı ortaya çıkıyor. 
Yerel kültür merkezlerinde aktif biçimde bir araya gelen güçlü bir işçi sınıfı ile birlikte bu gelişmeler, Renaixença (Rönesans) adı verilen hareket içinde politik Katalan nasyonalizminin ve Katalancayı edebiyat dili olarak kullanma talebinin ortaya çıkmasına katkıda bulunuyor. Bu hareketin en önemli temsilcilerinden birisi de Antoni Gaudí ve onun patronu sanayici Eusebi Güell’in yakın dostu Jacint Verdaguer’dir.

Fransa ve Almanya’da da ortaya çıkan yeni sanatsal akımın ardından mimari (Gaudí, Domènech i Montaner), resim (Casas, Rusin͂ol) ve heykel (Llimona) ancak orta çağlardaki Katalan Romaneskiyle karşılaştırılabilecek muazzam bir aşamadan geçiyor.

19. yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük İspanyol entelektüellerinden biri olan Marcelino Menéndez Pelayo bu dirilişin sırlarını şöyle özetliyor:  “Fransız hanedanının birinci kralının bu acımasız ve berbat intikamı Katalonya’nın ruhuna zarar veremedi […] Kurumlarının yok edilmesinden sonra da onları besleyen bu ruh kahraman Barselona’nın dumanı tüten enkazının üzerinde gezmeye devam etti […] Katalancanın hem dini hem de seküler işlerde yazılı dil olarak kullanımına son verilemedi.”
19. yüzyıl biterken Madrid’de yayınlanan birçok makalenin de kanıtladığı gibi, Katalan dili ve kültürü genel olarak İspanya’nın tamamını büyük kılan bir değer yerine bir tehdit olarak görülüyordu. Katalonya Katalan dilinin resmi statüsünü geri kazanması için mücadele ederken, Madrid bu resmi statünün reddedilmesini sağlayacak bir tarihi çerçeve belirlemek için çalışmalara başlamıştı. O zamandan bu yana hem politikacılar hem de medya tarafından tekrar edilen manipülasyonlar ve yanlış anlamalara dayanan bu çerçeve, sonuçta İspanyol kamuoyu oluşturmaya yetti. Böylece, tüm resmi belgelerinin Katalanca yazılmış olmasına rağmen, Katalan Mahkemelerinin (1714 yılına kadar geçerli olan Katalan idari organı) Katalancayı hiçbir zaman resmi dili olarak kabul etmediği (Menéndez  Pidal, 1902) veya “hiçbir kurulu ulusun Katalancaya muhalif olmadığı” (Tubin͂o, 1180) açıklandı.

İSPANYOL ENTELEKTÜELLERİ KATALANCAYI SAVUNUYOR
20. yüzyılda Primo de Rivera diktatörlüğü başka bir baskı dalgası getirdi. 18 Eylül 1923 tarihinde, yönetimi ele geçirdikten beş gün sonra, Katalan bayrağının çekilmesi ve kamu kuruluşları ve derneklerinde Katalanca konuşulması yasaklandı ve ayrıca aşırı milliyetçi olarak tanımlanan 46 derneğin kapatılması emri verildi. Baskı o denli büyüktü ki, sonraki yıl Mart ayında beklenmeyen bir şeye şahit olundu: 116 İspanyol yazar Katalan dilini savunan bir manifesto yayınladı. İmzalayanlar arasında daha sonra İç Savaş sırasında vurulacak olan şair Federico Garcia Lorca, Jose Ortega y Gasset ve savaş zamanında İspanya Cumhuriyetinin başkanı olan Manuel Azana da bulunuyordu.
Bu manifesto istenen etkiyi yaptı ve 1927 yılında Madrid, Katalanca kitaplar için bir kitap fuarı yaptı. La Voz dergisine konuşan Luis Araquistáin “Bize sergilenen bu 6 bin cilt, Katalanlardan nefret eden bazılarının arzu ettiği gibi İspanyollardan nefretin bir dışavurumu değil, sadece dilsel bir gerekliliktir. […] Katalanların Katalanca yazması kadar doğal bir şey olamaz, çünkü kendilerini bu dilde ifade ediyorlar […] ve çok sayıda bu dilde okuyan insan olduğu için de Katalanca yayınlanan Platon iki yıl içinde 4 bin sattı,” diyor ve İspanyolca basılan bir Platon kitabının hiçbir zaman 4 bin satmadığını da sözlerine ekliyor.

FRANCO YÖNETİMİNDE KÜLTÜREL SOYKIRIM
1930 yılında Primo de Rivera’nın düşmesinden sonra 1931’de Cumhuriyetin ilanıyla Katalanca tekrar resmi statüsüne kavuşuyor ve bir dereceye kadar politik özerklik kazanıyor. Fakat bu özerkliğin temelini kurma amacıyla yapılan Statü müzakereleri ve Bask Ülkesi, Aragon ve Asturias gibi  İspanya’nın diğer bölgelerinin de kendi statülerini belirlemeye başlamasıyla yeniden ilişkilerde gerilimi tırmandırıyor ve Madrid’de cumhuriyetçi devletin bölgesel organizasyonuyla ilgili tartışmaların kızışmasına yol açıyor. El Imparcial gibi gazetelerde “Özerklik vermektense iç savaş yeğdir” türünden açıklamalar, baş gösteren trajediyi öngörmekle kalmayıp aynı zamanda sağ ve sol kanat politikacılar arasındaki çatışmanın nefrete dönüşmesini en üst düzeyde indirgemecilik olduğunu da ortaya koyuyor.

Birçok kişi için bu bir dizi tüzüğün İspanya’nın parçalanmasına neden olacağı korkusu İspanyol milliyetçiliğinin yüceliği nakaratın askeri kalkışmayı meşrulaştırıyor.
Franco generallerinden Queipo de Llano’nun savaş sırasında yaptığı kışkırtıcı radyo konuşmalarında “Madrid’i bir bahçeye dönüştüreceğiz, Bilbao’yu bir fabrikaya ve Barselona’yı da muazzam bir inşaat alanına dönüştüreceğiz” gibi cümleler kullanılıyor. Fakat Franco tarafındaki kızgınlığın tek hedefi Katalonya değildir. Cumhuriyetçi tarafta Katalonya’da özerkliğin savaşı hazırladığı duygusu büyük bir kine yol açıyor ve bunun sonucunda, Franco 1938 yılında Özerklik Statüsünü ve Katalancanın resmi statüsünü kaldırdığında bazı İspanyol Cumhuriyetçilerden hiç itiraz gelmiyor.

Francoculuk Katalan dili ve kültürü açısından Katalonya’nın soykırımı olmuştur. General Franco, şayet Katalancanın kamusal yaşamdan tamamen yok olmasını sağlar ve üniversitelerden başlayarak kültürel kurumlarının tümünü baskı altına alırsa, milli duygunun da yitip gideceğine inanıyor. Bunun uygulamaya dökülmesiyle Katalan entelektüellerinin neredeyse tamamı sürgüne zorlanıyor. Bu kültürel sürgünün dayanak noktalarından biri çellocu Pau Casals’ın Pirenelerin Fransız tarafında Prada de Conflent’teki evi olmuştur. Casals müziği bırakarak kendini Mercè Rodoreda, Pompeu Fabra ve Pere Calders gibi önemli figürlerin de aralarında bulunduğu Katalan mültecilere yardıma adamıştır. Neticede hiçbir kanun veya ceza, ailelerin çocuklarıyla her zamanki gibi Katalanca konuşmasına veya Katalanca dergi ve edebi eserlerin gizlice yayınlanmasına engel olamamıştır. Fakat Frankoculuğun dayattığı sessizliği bozmayı beceren müzik olmuştur. 1960’ların başlarında ve Nova Cançó (Yeni Türkü) olarak bilinen hareket içinde bir grup genç şarkıcı-şarkı yazarı, Katalan kurumlarının yeniden hayat bulmasını ve demokrasiye geçişi talep eden gizli politik ağların organize ettiği oturma eylemleri ve gösterilere müzikal katkıda bulunmuştu.

DİRENİŞ VE GİZLİLİK
Bu gizli örgütler Katalancaya yapılan bu zulmü sadece aşırı sağcı rejime bağlıyor, sol eğilimli İspanyol politikacılarının Katalan diline karşı her zaman hoşgörülü ve saygılı olduğunu ima ediyordu. Fakat, Katalancaya uygulanan siyasal zulüm konusunda uzman tarihçi Francesc Ferrer i Gironès bunun aksini ispatladı. Anayasanın kabul edildiği 1978 yılı ile 2002 arasında yasama, yargı ve yürütme alanlarında Katalanca kullanımını isteğe bağlı, İspanyolca kullanımını zorunlu kılan yüz elli resmi karar saymıştır. Üstüne üstlük Katalan dili, anayasa uyarınca daha önce Katalonya, Valencia, Balear Adaları ve Aragon’daki Franja de Ponent’i kapsayan dil birliğini kesin olarak kaybetmiştir.

BİR SEÇİM SİLAHI OLARAK KATALANCA
Bu süreç 1978 yılında Valencia’da başladı ve Valencia gelenekleri ve dilinin Katalonya ve Katalan diliyle ilgili her şeye karşı (fakat asla İspanya veya İspanyolcaya karşı değil) mücadeleye girişmesine neden oldu. 1980 ve 90’lı yıllarda, Balear Adalarında da uygulanan bu “böl ve yönet” stratejisi, vaktiyle Aragon Kralının hüküm sürdüğü topraklarda Katalan dili ve kültürünün geleneksel birliğini teşvik etmeye çalışan kişi ve kurumları marjinalize etti.
Gerçek şu ki, 21. yüzyıla girerken Katalanca tam bir kuşatma altındadır.
Örneğin, İspanyol Parlamentosunda en çok sandalye sahibi olan Katalan ulusal partisi CiU’dan gelecek önemli desteğe bel bağlamış olan Felipa González hükümetinin son dönemini ele alalım. Bu paktı bozmak için José María Aznar liderliğindeki ana muhalefet partisi Katalonya’ya karşı en çok da Katalancanın kullanımına odaklanan bir medya kampanyası başlattı. Ancak, sonraki seçimlerden sonra, Aznar hükümet olabilmek için CiU’nun desteğine ihtiyaç duyduğunda söylemini yumuşattı ve “özel hayatında” Katalanca okuduğunu ve konuştuğunu iddia etti. O dönemde Aznar, “Ben İspanyol’um ve İspanyol olduğuma göre Katalan da sayılırım” gibi kafasının ne kadar karışık olduğunu gösteren sözler sarf etti.
Arşivlere kısaca bir bakıldığında tümü de politikacılar, entelektüeller ve akademisyenlerin ağzından çıkan ve gazeteler, radyo ve televizyonda tekrarlanan kimi zaman komik kimi zaman Makyavelist bu gibi ifadeleri bulmak mümkün. Liste çok uzun ve uzamaya da devam ediyor. Bu zaman zarfında ise Katalan diline karşı önlemler de onaylanıyor, üstelik “İspanyolcanın Katalonya topraklarında kaybolmaya yüz tutmuş dil” olduğu savıyla. Bunların en yenisi 2013 yılında imzalanan, her ne kadar sınav sonuçları bu iddiayı çürütse de çocukların yeterince İspanyolca öğrenemediği argümanını kullanarak, Katalan okullarında uygulanan dil modelini bozan Eğitim Kanunu. Başka bir örnek, Aragon mahkemeleri tarafından Franja de Ponent bölgesinde Katalan diline yeni bir isim verilmesi. Artık bu bölgede Katalancanın adı “Doğu bölgesine özgü Aragon dili”. Bu karara İspanyollar bile gülmüştür.
Tüm bunlar ve özellikle de Anayasa Mahkemesi tarafından 2010 yılında geçirilen ve
2006 Özerlik Statüsüyle benimsenen hakları hiçe sayan karar, Katalan kamuoyunda giderek artan bir yorgunluğa yol açtı. Artık içinden çıkılmaz bir hale gelindiği ve daha fazla bir açıklamanın işe yaramayacağı duygusu yarattı. Demokratik yönetimde dünyaya gelen yeni nesil tüm İspanyolların da Katalonya tarihini göz ardı eden eğitim aldıklarına şahit oldukça hayal kırıklığı da artıyor. Katalancanın korunmasını sağlayacak bir statü bulunmamasının bir tehdit olduğunun pek az kişi farkında, bir kısım ise bilinçli olarak gerçeğe gözlerini kapatıyor. Her şeye rağmen, Katalanca blogosferde sekizinci önemli dil ve yazılımını Katalanca da sunan Facebook, Twitter ve YouTube gibi Google’da da on dördüncü sırada.
Bitmeyen bu canlılık, Katalan dilinin hayatta kalmasını sağlamak için tüm güçlüklere rağmen ve büyük ölçüde tek başına mücadele etmiş olan Katalan sivil toplumunun çabaları sonucudur.

-
* Kaynak: Catalonia CALLING - What the World Has to Know




No comments:

Post a Comment