Tarihçi Josep Benet de aynı şeyi Franco’nun diktatörlüğü
sırasında yapmış.
2002 yılında Serra
d’Or dergisinde yayımlanan bir makalesinde anlattığına göre, Franco karşıtı
yer altı hareketinin bir üyesi olarak sorumluluklarından biri de diktatörlük
altındaki Katalanların durumuyla ilgilenen yabancı gazetecileri ağırlamak.
Benet bu görevi nedeniyle ileride Uluslararası Af Örgütü’nün
kurucusu olacak Peter Benenson gibi kişilerle görüşüyor. Onlara, İç Savaşın
sonunda 1939 yılında Franco rejimi tarafından Katalonya’ya karşı başlatılan
kültürel soykırımı anlatmaya çalışıyor.
Ancak hiç de kolay olmuyor bu, çünkü bu kişilerin Franco’nun
zaferi öncesinde otonom bir Katalonya’nın varlığından haberleri yok. Birçokları
Katalancanın, İspanyolcanın kendine özgü edebiyatı olmayan bir lehçesi olduğunu
düşünüyor.
Benet her birine savaş öncesine ait gazeteleri ve dergileri,
William Shakespeare’in tüm eserleri gibi Katalancaya tercüme edilmiş klasikleri
göstermek durumunda kalmış.
XIV. LOUIS -
KATALANCAYI RESMEN YASAKLAYAN İLK KİŞİ
Aslında Franco’nun diktatörlüğü sırasında Katalan dilinin
engellenmesi istisnai bir olay değil, süregelen davanın bir sonucu. Bunu
başlatanlar ise tahmin edilenin aksine, İspanyol Devleti değil, Fransızlar. 17.
Yüzyılın ortalarında, IV. Philip’e karşı savaştan sonra Portekiz yeniden
bağımsızlığına kavuşurken, Katalonya ikiye bölünüyor. Conflent, Vallespir,
Rosello ve Cerdanya’nın bir bölümü (günümüzde Languedoc-Roussillon) XIV.
Louis’nin eline düşüyor. Kendini “Güneş Kral” olarak kabul ettiren Louis’nin
1700 yılında imzaladığı Katalancayı yasaklayan fermana göre “Katalancanın kullanılması iğrenç ve Fransız
ulusunun şerefine aykırı” kabul ediliyor.
POLİTİKA VE DİL
MODELİ EMPOZE EDİLİYOR
Katalancaya resmen yasak getirilmesi Pirenelerin güney
kanadında İspanyol Veraset Savaşı’ndan sonra başlıyor.
V. Philip 1707 yılında, İspanya’daki tüm Krallıklarında
tüm resmi uygulamaların aynı içtihat altında toplanmasına ve tümünde Castile
kanunlarının geçerli olmasına karar verdiğini açıklayarak fetih hakkını
kullanma niyetini ortaya koyuyor.
Rönesans’tan sonra mutlak monarşiler fethettikleri
bölgelerde muzafferlerin dilini empoze etmeleriyle biliniyor. İngiltere bunu
Galler’de (1535), I. Francis Fransa’da (1539), İspanyol kralı IV. Philip
Amerika’da (1636) uyguluyor.
Katalonya 1714’te yenildiğinde ve tüm kurumları
lağvedildiğinde İspanyol monarşisi de kendi politik ve dilbilimsel modelini
empoze etme hakkını kendinde görüyor.
Gelgelelim, teori ile pratik aynı şey değil; Bourbon
kralının yetkilileri beklenmedik bir engelle karşılaşıyor: Halkın çoğunluğu
İspanyolca bilmiyor ve günlük hayatlarında hiç kullanmıyor. V. Philip’in
Katalonya’daki sağ kolu Jose Patino kafasının nasıl karıştığını Madrid’deki
üstlerine şöyle bildiriyor: “Vatanlarına
tutkuyla bağlılar (…) ve sadece anadillerini kullanıyorlar.”
Patino’nun ortaya çıkardığı bu tek dillilik gerçeği,
İspanya’da Katalan dilini resmen yasaklayan ilk belge olan 1716 tarihli “Nueva
Planta” kararnamesinin temelini oluşturuyor. Ancak, Patino'nun sözlerinin
günümüzde başka bir önemi de var: İspanyol tarihçilerin ısrarcı ve yanlış
iddialarının aksine Katalanların Orta Çağlardan bu yana çift dilli olmadığını
kanıtlıyor.
Bazı İspanyol tarihçilerin Katalan dilinin asla
yasaklanmadığı ve İspanyol dilinin asla empoze edilmediği şeklindeki
vazgeçmedikleri iddiaları 2002 yılında Bourbon Kralı Juan Carlos’un da bir
konuşmasında dile getiriliyor.
OKUL - İLK SAVAŞ
ALANI
Yıllar geçip Bourbonlar politik rollerine yerleştikçe
İspanyolcanın dayatılması daha da şiddetleniyor. V. Philip’in oğlu
III. Charles ilk olarak okullarda Katalanca eğitimi verilmesini yasaklayan
kraliyet fermanını yayınlıyor. Majorca’da bunun uygulamasındaki yöntemlerden
birinde öğretmenlere bir yüzük verilmesi. Öğretmenler bu yüzüğü Pazartesi günü
bir öğrenciye veriyor, diğer öğrencilere de okulda İspanyolca dışında tek bir
kelime konuşulmaması uyarısı yapılıyor. Bir çocuk Katalanca konuşursa, yüzük
ona takılıyor ve haftanın bitiminde yüzüğü taşıyan çocuk cezalandırılıyor.
III. Charles’ın yasakları okulla da sınırlı kalmıyor ve
kitap yayınlamaktan, doğum, ölüm ve evlilik kayıtlarına kadar uzanıyor. Nihai
amaç Katalan halkının ortadan kaldırılması ve aynı zamanda yeni İspanyol
ulusunun kurulması. Günümüzde halen geçerli olan İspanya milli marşı 1770’te
kabul ediliyor; 1785 yılında ise İspanyol bayrağı resmiyet kazanıyor.
KATALANCA ÖLMEK YASAK
Katalonya böylece 19. yüzyıla kamu idaresinde, eğitim
sisteminde, kilise ve mahkemelerde, muhasebe kayıtlarında, kitaplarda ve
şarkılarda dili yasaklanmış olarak giriyor. İspanyolcanın ulusal dil olarak
kabul edilmesi ve Katalan dilinin
bölgesel bir dil veya lehçe olarak kabul edilmesi de bu zamana rastlıyor.
İspanyolca ise prestij, bilim ve kültür dili olarak kabul ediliyor, yüksek
eğitimi kolaylaştırdığı argümanıyla halka dayatılıyor. 19. yüzyıldaki tüm
hükümetler ister muhafazakar olsun ister ilerici, hangi politik kanattan olurlarsa
olsunlar yeni dayatmalar getiriyor. Artık mezar taşlarında (1838), şirket adları ve sokak adlarında
(1860) İspanyolca şartı getiriliyor, noter mukavelelerinde (1862), tiyatro
oyunlarında (1867) ve hatta telefonda (1896) Katalanca yasaklanıyor.
MODERNİZMİ MÜMKÜN
KILAN BAĞLAM
Dilbilimsel durumun aksine, özellikle de Kristof Kolomb
zamanından beri yürürlükte olan İspanyol vetosunun kaldırıldığı 1778 yılında
Amerika ile Katalonya arasında serbest ticarete izin verildiğinde Katalan
ekonomisi muazzam canlanıyor. Ticaretin getirdiği zenginlik ve hızlı
endüstrileşme Katalonya’yı tekstil merkezi haline getiriyor. Ressamları ve
mimarları destekleyen sağlam bir burjuva sınıfı ortaya çıkıyor.
Yerel kültür merkezlerinde aktif biçimde bir araya gelen
güçlü bir işçi sınıfı ile birlikte bu gelişmeler, Renaixença (Rönesans) adı verilen hareket içinde politik Katalan
nasyonalizminin ve Katalancayı edebiyat dili olarak kullanma talebinin ortaya
çıkmasına katkıda bulunuyor. Bu hareketin en önemli temsilcilerinden birisi de
Antoni Gaudí ve onun patronu sanayici Eusebi Güell’in yakın dostu Jacint
Verdaguer’dir.
Fransa ve Almanya’da da ortaya çıkan yeni sanatsal akımın
ardından mimari (Gaudí, Domènech i Montaner), resim (Casas, Rusin͂ol) ve heykel
(Llimona) ancak orta çağlardaki Katalan Romaneskiyle karşılaştırılabilecek
muazzam bir aşamadan geçiyor.
19. yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük İspanyol
entelektüellerinden biri olan Marcelino Menéndez Pelayo bu dirilişin sırlarını
şöyle özetliyor: “Fransız hanedanının birinci kralının bu acımasız ve berbat intikamı
Katalonya’nın ruhuna zarar veremedi […] Kurumlarının yok edilmesinden sonra da
onları besleyen bu ruh kahraman Barselona’nın dumanı tüten enkazının üzerinde
gezmeye devam etti […] Katalancanın hem dini hem de seküler işlerde yazılı dil
olarak kullanımına son verilemedi.”
19. yüzyıl biterken Madrid’de yayınlanan birçok makalenin de
kanıtladığı gibi, Katalan dili ve kültürü genel olarak İspanya’nın tamamını
büyük kılan bir değer yerine bir tehdit olarak görülüyordu. Katalonya Katalan
dilinin resmi statüsünü geri kazanması için mücadele ederken, Madrid bu resmi
statünün reddedilmesini sağlayacak bir tarihi çerçeve belirlemek için
çalışmalara başlamıştı. O zamandan bu yana hem politikacılar hem de medya
tarafından tekrar edilen manipülasyonlar ve yanlış anlamalara dayanan bu
çerçeve, sonuçta İspanyol kamuoyu oluşturmaya yetti. Böylece, tüm resmi
belgelerinin Katalanca yazılmış olmasına rağmen, Katalan Mahkemelerinin (1714
yılına kadar geçerli olan Katalan idari organı) Katalancayı hiçbir zaman resmi
dili olarak kabul etmediği (Menéndez
Pidal, 1902) veya “hiçbir kurulu
ulusun Katalancaya muhalif olmadığı” (Tubin͂o, 1180) açıklandı.
İSPANYOL
ENTELEKTÜELLERİ KATALANCAYI SAVUNUYOR
20. yüzyılda Primo de Rivera diktatörlüğü başka bir baskı
dalgası getirdi. 18 Eylül 1923 tarihinde, yönetimi ele geçirdikten beş gün
sonra, Katalan bayrağının çekilmesi ve kamu kuruluşları ve derneklerinde
Katalanca konuşulması yasaklandı ve ayrıca aşırı milliyetçi olarak tanımlanan
46 derneğin kapatılması emri verildi. Baskı o denli büyüktü ki, sonraki yıl
Mart ayında beklenmeyen bir şeye şahit olundu: 116 İspanyol yazar Katalan
dilini savunan bir manifesto yayınladı. İmzalayanlar arasında daha sonra İç
Savaş sırasında vurulacak olan şair Federico Garcia Lorca, Jose Ortega y Gasset
ve savaş zamanında İspanya Cumhuriyetinin başkanı olan Manuel Azana da
bulunuyordu.
Bu manifesto istenen etkiyi yaptı ve 1927 yılında Madrid,
Katalanca kitaplar için bir kitap fuarı yaptı. La Voz dergisine konuşan Luis Araquistáin “Bize sergilenen bu 6 bin cilt, Katalanlardan nefret eden bazılarının
arzu ettiği gibi İspanyollardan nefretin bir dışavurumu değil, sadece dilsel
bir gerekliliktir. […] Katalanların Katalanca yazması kadar doğal bir şey
olamaz, çünkü kendilerini bu dilde ifade ediyorlar […] ve çok sayıda bu dilde
okuyan insan olduğu için de Katalanca yayınlanan Platon iki yıl içinde 4 bin
sattı,” diyor ve İspanyolca basılan bir Platon kitabının hiçbir zaman 4 bin
satmadığını da sözlerine ekliyor.
FRANCO YÖNETİMİNDE
KÜLTÜREL SOYKIRIM
1930 yılında Primo de Rivera’nın düşmesinden sonra 1931’de
Cumhuriyetin ilanıyla Katalanca tekrar resmi statüsüne kavuşuyor ve bir
dereceye kadar politik özerklik kazanıyor. Fakat bu özerkliğin temelini kurma
amacıyla yapılan Statü müzakereleri ve Bask Ülkesi, Aragon ve Asturias
gibi İspanya’nın diğer bölgelerinin de
kendi statülerini belirlemeye başlamasıyla yeniden ilişkilerde gerilimi
tırmandırıyor ve Madrid’de cumhuriyetçi devletin bölgesel organizasyonuyla
ilgili tartışmaların kızışmasına yol açıyor. El Imparcial gibi gazetelerde “Özerklik
vermektense iç savaş yeğdir” türünden açıklamalar, baş gösteren trajediyi
öngörmekle kalmayıp aynı zamanda sağ ve sol kanat politikacılar arasındaki
çatışmanın nefrete dönüşmesini en üst düzeyde indirgemecilik olduğunu da ortaya
koyuyor.
Birçok kişi için bu bir dizi tüzüğün İspanya’nın
parçalanmasına neden olacağı korkusu İspanyol milliyetçiliğinin yüceliği
nakaratın askeri kalkışmayı meşrulaştırıyor.
Franco generallerinden Queipo de Llano’nun savaş sırasında
yaptığı kışkırtıcı radyo konuşmalarında “Madrid’i
bir bahçeye dönüştüreceğiz, Bilbao’yu bir fabrikaya ve Barselona’yı da muazzam
bir inşaat alanına dönüştüreceğiz” gibi cümleler kullanılıyor. Fakat Franco
tarafındaki kızgınlığın tek hedefi Katalonya değildir. Cumhuriyetçi tarafta
Katalonya’da özerkliğin savaşı hazırladığı duygusu büyük bir kine yol açıyor ve
bunun sonucunda, Franco 1938 yılında Özerklik Statüsünü ve Katalancanın resmi
statüsünü kaldırdığında bazı İspanyol Cumhuriyetçilerden hiç itiraz gelmiyor.
Francoculuk Katalan dili ve kültürü açısından
Katalonya’nın soykırımı olmuştur. General Franco, şayet Katalancanın kamusal
yaşamdan tamamen yok olmasını sağlar ve üniversitelerden başlayarak kültürel kurumlarının
tümünü baskı altına alırsa, milli duygunun da yitip gideceğine inanıyor. Bunun
uygulamaya dökülmesiyle Katalan entelektüellerinin neredeyse tamamı sürgüne
zorlanıyor. Bu kültürel sürgünün dayanak noktalarından biri çellocu Pau
Casals’ın Pirenelerin Fransız tarafında Prada de Conflent’teki evi olmuştur.
Casals müziği bırakarak kendini Mercè Rodoreda, Pompeu Fabra ve Pere Calders
gibi önemli figürlerin de aralarında bulunduğu Katalan mültecilere yardıma
adamıştır. Neticede hiçbir kanun veya ceza, ailelerin çocuklarıyla her zamanki
gibi Katalanca konuşmasına veya Katalanca dergi ve edebi eserlerin gizlice
yayınlanmasına engel olamamıştır. Fakat Frankoculuğun dayattığı sessizliği
bozmayı beceren müzik olmuştur. 1960’ların başlarında ve Nova Cançó (Yeni Türkü) olarak bilinen hareket içinde bir grup genç
şarkıcı-şarkı yazarı, Katalan kurumlarının yeniden hayat bulmasını ve
demokrasiye geçişi talep eden gizli politik ağların organize ettiği oturma
eylemleri ve gösterilere müzikal katkıda bulunmuştu.
DİRENİŞ VE GİZLİLİK
Bu gizli örgütler Katalancaya yapılan bu zulmü sadece aşırı
sağcı rejime bağlıyor, sol eğilimli İspanyol politikacılarının Katalan diline
karşı her zaman hoşgörülü ve saygılı olduğunu ima ediyordu. Fakat, Katalancaya
uygulanan siyasal zulüm konusunda uzman tarihçi Francesc Ferrer i Gironès bunun
aksini ispatladı. Anayasanın kabul edildiği 1978 yılı ile 2002 arasında yasama,
yargı ve yürütme alanlarında Katalanca kullanımını isteğe bağlı, İspanyolca
kullanımını zorunlu kılan yüz elli resmi karar saymıştır. Üstüne üstlük Katalan
dili, anayasa uyarınca daha önce Katalonya, Valencia, Balear Adaları ve
Aragon’daki Franja de Ponent’i kapsayan dil birliğini kesin olarak
kaybetmiştir.
BİR SEÇİM SİLAHI
OLARAK KATALANCA
Bu süreç 1978 yılında Valencia’da başladı ve Valencia
gelenekleri ve dilinin Katalonya ve Katalan diliyle ilgili her şeye karşı
(fakat asla İspanya veya İspanyolcaya karşı değil) mücadeleye girişmesine neden
oldu. 1980 ve 90’lı yıllarda, Balear Adalarında da uygulanan bu “böl ve yönet”
stratejisi, vaktiyle Aragon Kralının hüküm sürdüğü topraklarda Katalan dili ve
kültürünün geleneksel birliğini teşvik etmeye çalışan kişi ve kurumları
marjinalize etti.
Gerçek şu ki, 21. yüzyıla girerken Katalanca tam bir kuşatma
altındadır.
Örneğin, İspanyol Parlamentosunda en çok sandalye sahibi
olan Katalan ulusal partisi CiU’dan gelecek önemli desteğe bel bağlamış olan
Felipa González hükümetinin son dönemini ele alalım. Bu paktı bozmak için José
María Aznar liderliğindeki ana muhalefet partisi Katalonya’ya karşı en çok da
Katalancanın kullanımına odaklanan bir medya kampanyası başlattı. Ancak,
sonraki seçimlerden sonra, Aznar hükümet olabilmek için CiU’nun desteğine
ihtiyaç duyduğunda söylemini yumuşattı ve “özel hayatında” Katalanca okuduğunu
ve konuştuğunu iddia etti. O dönemde Aznar, “Ben İspanyol’um ve İspanyol olduğuma göre Katalan da sayılırım”
gibi kafasının ne kadar karışık olduğunu gösteren sözler sarf etti.
Arşivlere kısaca bir bakıldığında tümü de politikacılar,
entelektüeller ve akademisyenlerin ağzından çıkan ve gazeteler, radyo ve
televizyonda tekrarlanan kimi zaman komik kimi zaman Makyavelist bu gibi
ifadeleri bulmak mümkün. Liste çok uzun ve uzamaya da devam ediyor. Bu zaman
zarfında ise Katalan diline karşı önlemler de onaylanıyor, üstelik
“İspanyolcanın Katalonya topraklarında kaybolmaya yüz tutmuş dil” olduğu
savıyla. Bunların en yenisi 2013 yılında imzalanan, her ne kadar sınav
sonuçları bu iddiayı çürütse de çocukların yeterince İspanyolca öğrenemediği
argümanını kullanarak, Katalan okullarında uygulanan dil modelini bozan Eğitim
Kanunu. Başka bir örnek, Aragon mahkemeleri tarafından Franja de Ponent
bölgesinde Katalan diline yeni bir isim verilmesi. Artık bu bölgede
Katalancanın adı “Doğu bölgesine özgü Aragon dili”. Bu karara İspanyollar bile
gülmüştür.
Tüm bunlar ve özellikle de Anayasa Mahkemesi tarafından 2010
yılında geçirilen ve
2006 Özerlik Statüsüyle benimsenen hakları hiçe sayan karar,
Katalan kamuoyunda giderek artan bir yorgunluğa yol açtı. Artık içinden
çıkılmaz bir hale gelindiği ve daha fazla bir açıklamanın işe yaramayacağı
duygusu yarattı. Demokratik yönetimde dünyaya gelen yeni nesil tüm
İspanyolların da Katalonya tarihini göz ardı eden eğitim aldıklarına şahit
oldukça hayal kırıklığı da artıyor. Katalancanın korunmasını sağlayacak bir
statü bulunmamasının bir tehdit olduğunun pek az kişi farkında, bir kısım ise
bilinçli olarak gerçeğe gözlerini kapatıyor. Her şeye rağmen, Katalanca
blogosferde sekizinci önemli dil ve yazılımını Katalanca da sunan Facebook,
Twitter ve YouTube gibi Google’da da on dördüncü sırada.
Bitmeyen bu canlılık, Katalan dilinin hayatta kalmasını
sağlamak için tüm güçlüklere rağmen ve büyük ölçüde tek başına mücadele etmiş
olan Katalan sivil toplumunun çabaları sonucudur.
-
* Kaynak: Catalonia CALLING - What the World Has to Know
No comments:
Post a Comment